O dönem, günümüzle kıyaslandığında bambaşka bir dünyaydı. Sabahları siyah önlük beyaz yakalıkla okula gitmek, akşam sinide yer sofrasında ailece yemek yemek, ardından demlenen çaylarla çekirdek çitleyip televizyonda siyah-beyaz programlar izlemek... Cep telefonunun "C"si bile yoktu o dönem. Hayat çok daha basit, ama bir o kadar da anlamlıydı. Komşu, gerçekten komşusunun külüne muhtaçtı. Kapılar hep açık, yürekler kilitlenmezdi. Komşular birbirine içtenlikle bağlıydı, sevgi ve saygı üzerine kurulu bir hayat vardı o dönem...
Toplumumuzun adeta bir manevi kalesi vardı. İnsanlar malından söz etmez, kimse göz önünde yaşantısını sergilemezdi. Fakirin, mağdurun yanında olan bunu söze dökmezdi. Dertlinin yanında mutluluğunu anlatmayan, hastanın yanında sağlığını övmeyen, çocuksuzun yanında çocuklarını sevmeyen bir adapla yaşayan bir toplumduk. Birisi dara düştüğünde herkes yardımına koşardı. Zengin, fakir demeden kapı komşuları birbirine sımsıkı bağlıydı. Şimdi ise, var olanı da, olmayanı da varmış gibi göstermeye meraklı bir toplum haline geldik...
O dönem büyüklerimize saygı, küçüklere sevgiyle yaklaşıldı. Zorbalık, taciz, tecavüz gibi kavramlar neredeyse bilinmezdi. Akşamları saat 18.00’de İstiklal Marşı ile açılan, gece 12.00'de yine aynı marşla kapanan televizyonlarla daha mutlu, daha huzurlu hissederdik kendimizi. Yılbaşı geceleri TRT ekranında dansöz çıkacak diye sabaha kadar heyecanla beklenirdi, şimdiki gibi her yerde dansöz görme alışkanlığımız yoktu...
Sokaklar güvenliydi. Kadınlar, kızlar özgürce dolaşır, kimse kimseye laf atmaz, sarkıntılık yapmazdı. Sokaklarda yürümek huzur verirdi; şimdi ise birçok kadın ve genç kız sokağa çıkmaya çekinir hale geldi. O zamanlar, misafire verilen önem büyüktü. Özel misafir odalarımız olur, o odaya girilmezdi, misafirler geldiğinde kapılar sevgiyle açılırdı. Bayramlar ise başka bir coşkuyla kutlanırdı. Kapı kapı dolaşıp harçlık toplamak, bayram şekerleriyle dolu bir çocukluk yaşamak... Şimdi ise bayramlar bile eski tadını kaybetti...
Komşuluk bir bağdı, dostluk ve arkadaşlık hayatın en değerli hazinelerindendi. Mahallenin kadınlarına, kızlarına sahip çıkan bir nesil vardı. Kardeşlik ve dayanışma vardı, mahallede yaşayan herkes birbirini korurdu. Bağlılık, o dönemin en kıymetli değeriydi. Sadece bağlılık değil, sahiplenme vardı. Şimdi, aynı mahallede oturan insanlar birbirini tanımaz hale geldi...
Ev gezmeleri, uzun akşam sohbetleri, dertleşmeler… Hepsi samimiydi, anlamlıydı. Birlikte zaman geçirmenin keyfini yaşardık. Oysa şimdi, insanlar karşı komşusunu bile tanımıyor. O dönemin sıcaklığı, huzuru, güveni, hep bir arada olmanın keyfi kayboldu...
Geçmişi özlemek kolay olabilir, ancak bu özlemin temelinde bir gerçeklik yatıyor: O dönem daha mutlu, daha samimiydik. Şimdi ise teknolojinin, bireyciliğin, tüketimin, benciliğin esiri olduk. Hayatlarımız modernleşti ama ruhlarımız fakirleşti... Evet, biz o dönem daha mutluyduk... Sevgilerimle
Ali ERTURAN
gazetecialierturan@gmail.com