"Bizim sıkıntılarımızdan birisi de ülkemizin sıcak kuşakta bulunmasıdır. Bu ülkelerde satılık insan bulmak çok kolay. ”
Yıl 1997.
Tuzla Yedek Subay Okulundayım.
Kurada terör bölgesi çıkan asteğmenler olarak özel bir eğitime tabi tutuluyoruz.
Yıllarını Güneydoğuda geçirmiş, bu konuda son derece tecrübeli komutanlar bizlere “iç güvenlik ” konulu seminerler veriyorlar.
Sunum yapan komutanlara tek bir soru soruluyor;
“Komutanım bu terör neden bitirilemiyor?”
Bu soruyu duyan tüm komutanlar önce derin bir “of” çekiyor, sonra da anlatmaya başlıyordu:
“Arkadaşlar, hiçbir terör örgütü sadece silah gücüyle yok edilemez. Hele de bu örgüt, belirli bir halk tabanında da kabul görüyorsa. PKK terör örgütünü yok etmek için bir taraftan bu örgütün ekonomik, siyasi ve sosyal anlamda kaynakları kurutulmalı, diğer taraftan ise halkın desteğini kesmek için sosyal, ekonomik ve siyasi anlamda projeler üretilmelidir. Maalesef devletimiz yıllarca sadece silaha dayalı bir çözüm peşine gitmiş diğer stratejileri geliştirmemiş, geliştirememiş veya bu konuda engellenmiştir.”
Siirt-Eruh’ta operasyon tim komutanlığı yaptığım dönemlerde edindiğim çok özel deneyimlerim söz konusuydu. Bu bölgede yıllarca mücadele vermiş bazı devlet görevlileriyle yapmış olduğum sohbetlerden edindiğim izlenimleri de bu tecrübelerimle harmanladığımda çok ilginç bir sonuca ulaşmıştım:
“Devletin birçok kurumlarına yuvalanmış (buna askeriye de dahil) ideolojik yapılanmalar, PKK terörünün bitmemesi için çok özel gayretler sarf ediyordu. Bu ideolojik gruplar, PKK terör örgütünü kendi ideolojik hedeflerine ulaşmakta bir araç olarak görüyor, hatta kendi stratejik operasyonlarında kullanıyordu. Bir taraftan PKK tehdidini göstererek seçimle gelmiş iktidarları boyunduruk altına alıyorlar, diğer taraftan da PKK’nın bitirilmemesi için birdeğişik operasyonlar yürütüyorlardı. Diğer bir ifade ile terörü bitirmek isteyen bazı siyasetçileri terör eylemleriyle korkutup, PKK ya razı ediyorlardı. Ölümle korkutupsıtmaya razı etmek gibi. “
Çok hassas olan bu konuya özellikle bu süreçte çok daha ayrıntılı girmek istemiyorum. Bu konuda yazılan birçok kitap söz konusu. Özellikle okurlarımın, Uğur Mumcu’nun bir suikasta kurban gitmesi ile deşifre etmek üzere olduğu PKK-Derin güçler ilişkisini iyice araştırmasını tavsiye ediyorum.
*********************
Yıl 2009.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bu ülkedeki terör sorunun kökten çözülmesi için bu konunun uzmanlarıyla günlerce süren toplantılar yapıyor.
Askerler de dâhil olmak üzere devletin tüm bürokratları tek bir noktada mutabakata varıyorlar;
“PKK sorunu sadece silah ile çözülemez. Bunun için devletin mutlaka sosyal, kültürel, ekonomik, dini anlamda yeni stratejiler geliştirmesi gerekli. Öncelikli hedef olarak halkın hem PKK ya, hem de onun siyasi uzantısı olan HDP’ye olan desteğinin önünü kesecek projeler üretilmeli. Yani bu terör örgütünün dayandığı, beslendiği taban devletin tarafına geçirilmeli. Bu halk, kendilerine devletin değil PKK’nın zulmettiğine ikna edilmeli.”
Peki bu nasıl olacaktı.
Erdoğan’a birçok proje sunuldu.
Ama içlerinden sadece bir proje Erdoğan’ın dikkatini çekmişti.
“Terörün Bitirilmesi için Çözüm Süreci Projesi.”
Bu proje olumlu sonuçlansa da devlet kazanacaktı, sonuca ulaşmasa da.
Bu proje kabul edildi ve “ÇÖZÜM SÜRECİ” olarak uygulanmaya başlandı.
Bu konudaki daha ayrıntılı makalemi de ayrıca okuyabilirsiniz.
Şöyle ki:
Bu proje silah bırakma ile sonuçlansa idi devlet kazanacaktı. Çünkü terörün bitmesi demek buraya aktarılan milyarlarca dolar kaynağın devlette kalması demekti. Bundan da önemlisi şehit cenazelerinin olmaması demekti. Diğer taraftan devletimizin her bağımsız politikasında bu terör örgütü kullanılamayacak, yapacağı eylemlerle bu politikaların önüne geçemeyecekti.
Bu proje başarısız olsaydı da devlet kazanacaktı. Erdoğan tüm provokasyonlara, tüm kışkırtmalara rağmen bu süreci bozan taraf asla olmadı. Son derece soğukkanlı hareket ederek, bazı şeyleri de devleti için sinesine çekerek süreci başarıyla sonuçlandıracaktı. Meydanlara çıkıp “canım pahasına bu süreci yürüteceğim” demesinin nedeni de buydu aslında.
Bu projenin temel prensibi “devlet Kürt halkına baskı yapıyor, özgürlüklerini kısıtlıyor” tezini çürütmekti. Bu tezin çürütülmesiyle Pkk’nın elinde bulunan en büyük koz geri alınacaktı.
Nitekim çözüm sürecinde en büyük şikayet konusu da devletin Güneydoğuda otoritesini kaybettiği, buradaki tüm otoritenin Pkk’ya geçtiği şeklindeydi.
Aslında bu tamamen de doğruydu.
Çünkü Pkk bu bölgelerde yollar kesiyor, kimlik kontrolleri yapıyor, insanlardan vergi adı altında paralar topluyor, hatta adliyeler kurarak yargılamalar dahi yapıyordu.
Devlet ise adeta tüm bu olayları içinden gülümseyerek uzaktan seyrediyordu.
Belirli bir süre sonra, Pkk’yı destekleyen kesimler bile örgütün bu eylemlerinden ve baskılarından rahatsız olmaya başlamıştı.
Bu esnada akıllıca bir kararla sivillerin girişlerinin yasak olduğu yaylalara ve mezralara girişler serbest bırakıldı. Halk buraların güzelliğini ve bereketli toprakları görünce barışın ne büyük bir nimet olduğunu anladı.
Diğer taraftan terörün bitmesiyle insanlar Anadolu’nun dört bir yanından bu bölgelere gelerek buradaki esnafın gelirinin artmasına neden oldular. Ömürleri boyunca barış ve huzur ortamının ne olduğunu bilmeyen halk bu tadı o kadar aldı ki, bu barış süreci bir daha bozulmasın, Pkk silah bırakıp siyaset yapsın diye, ideolojileri yüzde yüz farklı olmasına rağmen Hdp’ye oy verdiler.
Ancak Hdp ve Pkk’nın seçim zaferinden sonra barış için çalışacağına, hendekler kazarak terörü artırması bu halk tarafından büyük bir nefretle karşılanmıştı.
Halk artık “bize devlet değil Pkk , Hdp baskı yapıyor” demeye başlamıştı.
Devletin projesi planlandığı gibi yürüdü ve açılım süreci sonlandırıldı.
Bundan sonra ne mi oldu?
Hdp’nin kedisi bile gözaltına alındığında ülkeyi yakıp yıkan örgüt yandaşları, Genel Başkanları, Belediye Başkanları, Milletvekilleri birer birer kodese tıkanırken seslerini bile yükseltmediler.
Çünkü artık devletin gerçek yüzünü görmüşlerdi.
Sonuç olarak PKK eylem yapamaz hale geldi. Hem askeri, hem de sosyal anlamda Cumhuriyet tarihinin en büyük darbesini yedi.
Kürt halkının çok büyük bir kısmı artık PKK ve onun siyasi uzantısı HDP’yi desteklemiyordu. Çocuklarını PKK ya vermiyor, tüm çağrılara rağmen sokak eylemlerine katılmıyordu.
Cumhuriyet tarihinin en önemli devlet projesi başarıya ulaşmıştı. Artık terörün son kalıntılarının da temizlenmesi gerekiyordu.
Yıl 2018. İhanet başlıyor!
İngiltere’nin efsane siyasetçisi Winston Churchill'in vasiyetini hatırlayalım:
"Türkiye solarsa sulayın, büyürse budayın."
Winston Churchill’in bu söyleminin nasıl uygulandığını da rahmetli Turgut Özal’dan hatırlayalım:
"Bizim sıkıntılarımızdan birisi de ülkemizin sıcak kuşakta bulunmasıdır. Bu ülkelerde satılık insan bulmak çok kolay.”
Nitekim öyle de oldu.
Kürt halkının gözünden düşürülen, Uluslararası kuruluşların gözden çıkardığı PKK-HDP yapılanması, seçim ittifakları görüntüsüyle eski itibarına kavuşturulmaya çalışılıyor.
PKK-HDP yöneticileri bu ittifakı Kürt halkına anlatırken aynen şunları söylüyor:
“Çözüm sürecinden sonra bize olan desteğinizi çektiniz. Artık çocuklarınızı gerilla yapmıyorsunuz. Eylem çağrılarına destek vermiyorsunuz. Şu an güçlü olan devletin yanında duruyorsunuz. Ancak Erdoğan devrildikten sonra gelecek olanlarla iş birliği halindeyiz. Onların iktidarlarında sizlerle hesaplaşacağız. Bugün kim yanımızda durursa yarın biz de onlarla olacağız. Biz hala güçlüyüz.”
Sakın ha bu ittifakların Belediye Başkanlıklarını kazanma uğruna yapıldığı yanılgısına düşmeyelim.
Buradaki amaç bambaşka.
Küresel güç odaklarının kullandığı başta Fetö olmak üzere, ideolojik gruplar ve terör örgütleri bir bir etkisiz hale getirilince ellerinde kalan PKK-HDP yapılanmasını tekrar canlandırma ihtiyacı duydular.
Bunu da seçim ittifakı görüntüsü altında yapıyorlar.
Böylece de Cumhuriyet tarihinin en önemli projelerinden biri, yine birileri tarafından etkisiz hale getiriliyor.
Şimdi devlete düşen çözüm sürecinin bu başarılı sonuçlarını etkisiz hale getirmeye yönelik operasyonlara, karşı operasyonlar yapmak.
Her şeye rağmen.
İçimizdekilere rağmen…