2018 Yılı ekonomimiz için son derece zor bir yıl oldu. Her ne kadar bazı ekonomistler “kriz” kelimesini kullanmaktan kaçınsalar da bu açık seçik bir “ekonomik kriz” durumudur.
1 Mart 2018 de 3,90 TL seviyelerinde olan USD kuru, sadece beş ayda yaklaşık % 85’lik bir artışla 7,21 TL gibi bir rakama ulaşmışsa; 2018 yılı başlarında % 15’lerde seyreden banka kredi faiz oranları yaklaşık % 300 oranında bir artışla, Eylül ayında % 45’ler seviyelerine kadar yükselmişse, ekonomide bir kriz durumunun mevcut olduğunu görmemezlikten gelemeyiz.
Hükümet bu konuda hızlı bir şekilde bazı kararları alarak bu kötü ekonomik göstergelerin bir ölçüde makul seviyelere inmesini sağlamaya çalışıyor. Bir ölçüde bunda da başarılı olmuş gibi görünüyor.
Nitekim bugün itibariyle Dolar kuru 5,40’lar seviyesine, banka kredi faizleri ise rotatif ticari kredilerde % 32’ler seviyesine inmiş durumda.
Ancak…
Faiz ve döviz kurlarındaki bir nebze düzeltmenin üretim ekonomisine aynı iyimserlikte yansıdığını maalesef göremiyoruz. Çünkü gerek kurda, gerek ise faizde yaşanan bu ani yükselişlere birçok firma hazırlıksız yakalandı.
Ortaya çıkan panik havasından radikal kararlar alamadılar.
Üretici firmalar, döviz-faiz-konkordato-bankalar denklemindeki kısır döngü içerisinde adeta nefes alamaz bir durumda. Dalgalı döviz kurlarından dolayı maliyet hesapları yapamıyorlar, ürün satmak istemiyorlar. Yeterli mevduatı toplayamayan bankalar zor durumda olan firmalara kredi veremiyor. Son günlerde sektör bazlı risk analizleri yapan bankalar, riskli gördükleri sektördeki firmaları yeterli-yetersiz ayırımı yapmaksınız tamamen gözden çıkarıyorlar. Bilançosu çok iyi olan firmalar ise son derece absürt faiz oranlarıyla ancak kredi kullanabiliyorlar.
Yüzde sekizlerde seyreden üretici kar marjlarıyla, yüzde otuz oranında faiz ödeyebilmek nereye kadar mümkün.
Diğer taraftan İflas erteleme kanunundaki bazı aksaklıkları ortadan kaldırmak maksadıyla bu kanunu değiştirip yerine “konkordato” getirildi.
Konkordatonun amacı, kriz dönemlerinde borçlarını, vadesi geldiği halde ödeyemeyen veya vadesinde ödeyememe tehlikesi altında bulunan firmaları belirli bir süre haciz ve yasal takiplerden korumak. Bu şekilde de firmanın çalışmaya devam ederek borçlarını ödeyebilmesini sağlamak.
Burada kanundaki iki vurguya dikkat çekmek istiyorum.
Birincisi, firmaların konkordato ilan edebilmeleri için “borçlarını ödeyememe durumunun ortaya çıkması“ gerekliliğidir.
Mesela firmanın 20 TL borcu, 10 TL alacağı varsa bu durumda bu borcunu ödeme imkânı kalmamaktadır.
Kanun diyor ki sen borcunu ödeyecek durumda değilsin, alacaklılar sana dava açar, haciz işlemlerine başlar ve sen bu durumda iflas eder, mağdur olursun. Senin için tek çözüm konkordato ilan etmek. Eğer konkordato ilan edersen çalışmaya, iş yapmaya devam eder ve iflastan kurtulabilirsin.
Teorik olarak doğru gibi görünen konkordato kanunu uygulamada nasıl çalışıyor, beklentileri karşılıyor, gerekli faydayı sağlıyor mu?
Kesinlikle “hayır”!
Çünkü, Konkordato ilan eden bir şirkete uygulamada hiçbir firma peşin ödeme olmadığı sürece mal ve hizmet vermiyor. Dolayısıyla bu firmanın faaliyetlerine devam etmek gibi bir durumu söz konusu değil. Piyasa tecrübesi olmayan bürokratların hazırlamış olduğu bu teori reel piyasada uygulanabilir bir durum değil.
İkinci vurgum ise konkordato da komiserlik kavramıyla ilgili.
Firmalar konkordato başvurusunda bulunduğunda mahkeme ilk aşamada kendilerine geçici mühlet verir. Bu kararla aynı anda bir “geçici konkordato komiseri” atamasında bulunur. Buradaki amaç firmanın finansal yapısını ve gücünü korumak.
Peki, bu durum uygulamada nasıl?
İsterseniz bunu, konkordato kararı almış büyük bir firmanın yönetim kurulu başkanına sorduğum “Bu konkordato sürecinde neler yapıyorsunuz?” sorusuna verdiği yanıtla cevaplayalım:
“Lanet olsun konkordato kararı aldığım güne. Yanlış yönlendirildim. Bu kararı aldıktan sonra hiçbir firma bana mal vermiyor. 2 aydır hiçbir iş yapamıyoruz. Sabah ofise geliyorum, akşama kadar alacaklılarla telefonda veya yüz yüze konuşuyorum, akşam ise eve gidiyorum. Elim kolum bağlanmış durumda. Komiser bana mail atmış “hiçbir şekilde firmalarla anlaşma,protokol yapamazsın” diye. Kendisinin raporu yazmasını ve mahkemenin kararını beklemekten başka yapabileceğim hiçbir şey yok.”
“Peki konkordato ilan etmeseydin nasıl hareket ederdin” sorusuna verdiği yanıt daha da ilginç; “O zaman alacaklıları çağırırdım, şirketimin ve şahsımın üzerinde ne kadar mal mülk varsa bir şekilde anlaşır, hızlı bir şekilde kurumsal kimliğim zedelenmeden borçlarımı öder çalışmaya devam ederdim. Şu an ne borçlarımı ödeyebiliyorum ne de çalışabiliyorum. Firmamın itibarı da büyük ölçüde zedelendi.”
Konkordato kanunu zor günler geçiren üretici firmalara destek olmak amacıyla çıkarılmış olsa da tam tersine firmaları büyük sıkıntılara sokmaktadır.
Konkordato kararı aldıran firmaların birçoğu ödemelerini yapmadığı veya alacaklı firmalara herhangi bir teminat vermediği için bu firmaları da finansal sıkıntıya sokabilmektedir.
Her gün onlarca firmanın konkordato kararı aldığını göz önünde bulundurursanız bu krizin ne kadar hızlı bir şekilde bir çok firmayı etkileyerek yayıldığını görebilirsiniz.