Star Haber I Haber Merkezi - Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın faiz inadı ve Merkez Bankası üzerindeki "faizi indirin baskısı" devam ediyor. Merkez Bankası zaten enflasyonun çok altında kalan politika faizini, Kasım toplantısında da 1 puan indirdi.
Bu indirim piyasa beklentileri doğrultusundaydı ancak piyasalar karar öncesi dolar kurunu 10.9 TL'ye kadar iterek, bir anlamda "Artık indirmeyin" demişti. Buna rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın piyasayla da inatlaşmasının devam ettiğini, girdiği faiz hatasından geri dönmeye yanaşmadığını söyleyebiliriz. Merkez Bankası faiz kararına ilişkin açıklamasında ayrıca, "Aralık ayında da faiz indirimlerinin devam edeceği"ne ilişkin sinyal verdi. Tüm bu gelişmeler Türkiye'nin içinde olduğu kriz sürecinin bir süre daha devam edeceğini, TL'nin değer kaybı ve enflasyondaki artışın hızlanarak süreceğini gösteriyor. Aynı zamanda iktisatçıların benzerlik kurduğu 1994 krizinde yaşandığı gibi; ekonomi üzerindeki tahribatın giderek büyüyecektir. Son iki ayda yüzde 30'u aşan dolar kuru artışın, çok daha yüksek oranlara çıkması beklenebilir.
1994'de yaşanan ekonomik kriz iktisatçılar tarafından kötü ekonomi yönetiminin yol açtığı krizlere örnek gösteriliyor ve son yaşananlarla büyük benzerlikler taşıyor. En çok da "faiz düşürme inadı" nedeniyle kurlardaki yüksek oranlı artışlar, varlıkların erimesinde benzeşiyorlar. 1994 krizinde enflasyon ve faizlerdeki yükselişler de çok yüksekti. Şimdi yaşananların sonunda da yine kurlarla birlikte faiz ve enflasyonda çok daha yüksek oranlara çıkılması kaçınılmaz gözüküyor.
1990'lı yıllarda kamu harcamaları popülist kararlarla çok hızlı artmış, devlet kamu bankalarından borç kullanıp büyük ölçüde borçlanmıştı. Eski Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın hayatını kaybetmesinin ardından yerine Süleyman Demirel'in seçilmesiyle, Tansu Çiller de 1993 yılında başbakanlık koltuğuna oturdu.
1993 yılı sonlarında hem bütçe hem cari açık çok yüksekti. Çiller, ekonomik kurumların tümünü kendine bağlayarak kamunun borç yükünü, yüklü faiz ödemelerini azaltmak için faizleri düşürmeye kilitlendi. Ancak bunu zorla yapmaya çalıştı. Merkez Bankası ve bankalara zorla faiz indiremeyince, makro istikrar sağlayacak önlemler yerine, talimatla faiz düşürmeye kalktı. Hazine'nin borçlanma ihalelerini faiz yüksek gerekçesiyle iptal etti. Borçlanamayınca "Telekom'un T'si" denilen telefon hizmetlerini özelleştirmek istedi, ancak bu girişim Anayasa Mahkemesi'nden geri döndü.
Çiller'in ekonomi yönetimi, Hazine'nin Merkez Bankası'ndan kısa vadeli avans kullanımına, yani para basmaya hız verdi. Bunun üzerine Türkiye'den çok ciddi sermaye çıkışı yaşanırken, uluslararası rating kuruluşları not düşürdü. Sermaye çıkışıyla birlikte Ocak 1994'te dolar bir günde yüzde 14 değer kazandı. Ocak ile ekonomik bir dizi önlemin alındığı Nisan ayları arasında lira, dolar karşısında yüzde 160'ın üzerinde değer kaybetti.
Çiller, 5 Nisan 1994 tarihinde bir ekonomik önlem paketi açıkladı. Bu kararlar kapsamında lirada devalüasyona gidilirken, başka TEKEL ürünleri ve akaryakıt olmak üzere vergi oranlarında çok ciddi artışlar yapıldı. Türkiye, Mayıs 1994'te Uluslararası Para Fonu (IMF) ile 14 aylık bir stand-by anlaşması imzaladı.
Çiller IMF'le anlaşarak bir süre ekonomide istikrar sağladı ama anlaşmada yer alan yapısal tedbirleri yerine getirmedi ve anlaşma kısa sürede bozuldu. 1998 Rusya krizi ve 1999'da yaşanan Marmara Depremi'nin bütçe üzerinde yarattığı ek baskılar, ekonomik sıkıntıların katlanmasına neden oldu. 1999 yılında yeniden anlaşma için masaya oturulduğunda IMF yetkilileri "Çiller'in yaptıklarından sonra size güvenmiyoruz. Ancak radikal reformları baştan yaparsanız güvenebiliriz" diyerek anlaşmayı zora soktular. Üçlü koalisyon Hükümeti, IMF ile anlaşmadan önce bankacılık, sosyal güvenlik, bağımsız kurumlar gibi radikal reformları yapmak zorunda kaldı. Bazı bankaların kapatılması da yine ön şartlardan biriydi.
Popülizm kaygısıyla faiz indirme baskısı ve yanlışta inat edilmesi, şimdiki gelişmelerle en benzer konular. Buna karşılık o döneme kıyasla bütçede hâlâ disiplinin korunduğunu, bankacılık sisteminin o döneme kıyasla çok daha güçlü olduğunu, borçluluk oranlarının düşük olduğunu söyleyebiliriz. Ancak iktisatçılar, son dönemde yaşananların ardından, önümüzdeki seçim sürecini de göz önüne alarak, bütçede ve borçlanmada önümüzdeki yıl çok hızlı artışlar bekliyorlar. Mevcut yönetimin tavrı, şu anda yüzde 20 olan enflasyonun önümüzdeki dönemde hızlanarak yüzde 30-40'lara gideceğini gösteriyor.
Eğer Çiller zorunlu olduğu için IMF'le anlaşamasaydı; 1994 krizinin kurlarda, faizde ve enflasyondaki sonucu çok daha yüksek oranlara çıkabilirdi. İşin bu tarafını da unutmamak gerekiyor. Çünkü Erdoğan'ın IMF ile anlaşmaya kategorik olarak karşı çıktığını biliyoruz. Bu tavır da IMF dahil yeniden uluslararası destek sağlanamadığı sürece, yaşanan bu sürecin ve bozulmanın hızla artmaya devam edeceğinin işareti.
2022 yılında mevcut iktidar sürdüğü müddetçe, kurlardaki artışın devam edeceğini, çok yüksek oranlı faiz artışları olmadığı takdirde bu trendin devam edeceğini söyleyebiliriz. Bununla birlikte Cumhurbaşkanı'nın artan enflasyon ve kurların yarattığı hayat pahalılığını dengelemek için yüksek asgari ücret zammı yapmayı düşündüğünü biliyoruz. Yüzde 35-40'lara çıkacak zam oranları hem 2020 enflasyonun, beklentiler nedeniyle, en az bu seviyelere çıkmasına neden olacak hem kamu açığını artıracaktır. Faizlerin zorla düşürülmeye devam etmesi, sonunda bütçenin kullanılmasını, bütçe açıklarının büyümesini beraberinde getirecek. Mevcut yönetimin, Çiller dönemindeki gibi, yüksek faizle borçlanmak yerine para basarak bu finansmanı sağlamaya çalışması ise 1994 krizindeki gibi insanların dövize talebini iyice artırabilir. Zaten dolarizasyonun çok yüksek olduğu göz önüne alınırsa, para basmanın yaratacağı tahribatın ne kadar büyük olacağı da kendiliğinden anlaşılabilir.
Bu uygulamaların 2022 yılında rating kuruluşlarının not indirimlerine neden olması, bunun döviz teminini iyice zorlaştıracağını da unutmamak gerekir. Ne zaman seçim yapılacağına bağlı olarak, ekonomideki tahribatın, şimdikine kıyasla 2022 yılında çok daha büyük olması sürpriz olmayacaktır.
Alınan yanlış kararlar devam ettiği gibi yönetimdeki dağınıklık ve koordinasyonsuzluk da giderek artıyor. Dün Hazine ve Maliye Bakanlığı'nın yayınladığı döviz büfelerine ilişkin tebliği de bu kapsamda değerlendirebiliriz. .
Yayımlanan tebliğde, daha önce tüm döviz işlemlerinde uygulanan kimlik gösterme zorunluluğu -tepkiler nedeniyle- 100 dolar ve altındaki işlemler için kaldırıldı. Yani döviz büfesinden 100 dolar alan veya satan kişi artık kimlik göstermek zorunda kalmayacak.
Ancak faiz kararı günü yayımlanan tebliğin hem zamanlaması hem de yeterince açıklama yapılmaması piyasalarda paniğe yol açtı. Tebliğde yer alan "İşlem limitlerini belirlemeye Hazine ve Maliye Bakanlığı yetkilidir" ibaresi, "Hazine döviz işlemlerine sınır mı getirecek?" diye algılanıp paniğe neden oldu. Bunun üzerine Bakanlık bir açıklama yaparak, sadece büfede yapılan döviz işleminde kimlik ibrazı için konulan limitin kastedildiğini söyledi. Yani 100 dolarlık limiti artırıp indirme yetkisi olacağını söyledi. Bu kararın "kesinlikle serbest piyasaya müdahale amacı taşımadığı"nı söylemek zorunda kaldı.
Piyasalar o kadar güvensiz, o kadar diken üstünde ki; bundan sonra en küçük düzenlemede bile, bu tür yanlış anlaşılmalar kaçınılmaz olabilir.
Erdal Sağlam
Kaynak: © Deutsche Welle Türkçe